23 Temmuz 2009 Perşembe

Düşler sokağında Ay!

"Sen bu yazıyı okurken ben çooook uzaklarda olacağım" diye, bir blogta görüp hoşuma giden bu ifadeyi kullanarak giriş yapmak isterdim ki, zaten epey uzaklardayız, değil mi? Belki sen bu yazıyı okurken "ne geç gördüm" diyeceksin, belki ben epey yakınlarına gelip Burdur sınırları içersinde olacağım. (Belki, belki...uzar bu!) O yüzden rica ederim sen bu yazıyı okurken nerede olduğumu boşver:p Bu yazıyı yazarkenki ruh halimi düşün mesela... Kendi kendine gülen, gülümseyen bu insanı düşün, yeter. Ne zamandır, bu yazıyı geceden koltuğun baş köşesine oturup yazmayı düşleyen ama şaşırtıcı bir şekilde İstanbul'un bir köşesindeki ufak kafeden hem de bir öğleden sonra yazan insanı düşün, hayal kırıklığı!

Böyle yazılarda ne olur biliyor musun? Hayatın değil de yaşantın film şeridi gibi geçer gider. Arasından yakalayabildiğin kadarını avucunda tutar, sonra klavyene aksettirirsin. Şimdi geçerken o film jet hızıyla, tuttum birkaç tanesini...

Yaz gecelerinde İbrahim Erkal tabanlı msn geyiklerini...
Okey oynamalarımızı, masadaki diğer kişileri gıcık etmeleri...
Oya, sen, ben oturduğumuz o cafeyi...
Beytepe yurtlarını red etmemi her defasında dile getirip sitem etmelerini...
En sevdiğin mekan, beycafeyi...
Oraya ilk gittiğim anı, seni bekleyişimi, o tuhaf konuşmayı...
Orada çalan iki şarkıyı...
Sonraki zamanlarda yine o masada karşılaşmaları...
"Bloguna dön bloguna dön" demelerini...
Şebnem Paker ve Dinle şarkısı sohbetlerini...( :) )
Sayıştay durağında seni beklettiğim anı...
Tiyatroları...
Yağmurlu günde sırf şemsiyemiz yok diye senin yurttan çıkmayışını...
"Bir göçmen kuştu o" buluşmasını, oradaki kıza rezil oluşumuzu("o mesajı atan bendim")
Samim aşkımı dillendirişini...
Bir şeyi olduğundan çok çok farklı görmelerini...
Bir sözünle, bir konuşmanla beni gülümsetişini...
Geçen yazki o "bunalımdaki ben" e bir şeyler yapıp eskiye döndürüşünü...
Bize gelişini...
Doğum günümde hiç beklemediğim bir sürprizde yer alışını...
"aşeeeee" lerini, e'leri sayışımızı...

Üf ne bileyim çocuk, ne sayayım daha!
Bilimsel insan, her şeyi bir başka bilen insan. O sevmediğim fizik dersine bir anlam yüklememi sağlayan insan...Her anımda yanımda olduğunu, olacağını bildiğim insan. Tek kişilik hayali dairesinde bana bir küçük sandalye ayırmayan insan:)
Ne diyeyim de anlatayım... Hep ismin gibi "ender" olduğunu düşündüm. Seni başka türlü tanımlamak olamazdı. Sahiden farklısın her yönden ama bu kadar fark ile bir arada olabilmek, aynı sohbete bir şeyler atabilmek güzel şey!

Hep gülümseyerek bir şeyler yazacağımı hayal etmiştim ama yersiz bir hüzün de geldi oturdu yanıma şimdi...Anlatırken mutlu bir hüzün gelip yapışıyor ellerime, ironik belki...

Gausss demeyi de seviyorum, bu blogta hep de öyle geçtin ama şimdi isminle hitap etmek daha güzel olacak sanki...
Ender, doğum günün kutlu olsun.
Ve iyi ki, gerçekten, iyi ki doğdun.
İyi ki vardın, varsın...
Hep mutlu ol, her şey hep istediğin gibi olsun, hep hayal ettiğin gibi...
Hayal ettiğinden güzel olsun hatta...

İstemiştim ki, hep bu anıların geçtiği mekanları fotograflayarak anlatayım bir şeyleri. Şu ilk gittiğimiz cafe kapandığı için fotograflayamadım. Diğer yerlere de gidemeden İstanbul'a gelmem icap etti. Ani olunca, elimde sadece beycafedeki o masanın fotografıyla kalakaldım. Ama olsun, yazarken bile çok, çok mutlu oldum. Dile dökemem ki her zaman, bugün bir kısmı dilden çıkmış olsun... Yazıya o iki şarkının birleştiği ismi verip, yazımı elimdeki tek fotografla noktalayayım. Mutlu yıllar...


2 yorum:

La Loba dedi ki...

Ender, kıymetini bil bu yazının lakin kimse bu kadar içten yazamaz. Bana kimseler yazmadı böylesini. Hadi mutlu yıllar :)

buraneros dedi ki...

Bu yazıyı okuyunca usul bir tebesüsüm yanaklarımıza oturur ve bize, aynı tadda daha nice doğum günlerine demek düşer... Sonra da usulca çekilmek...

Duyguların temizliğinin ve lezzetinin yazıya yansımış haline de şapka çıkarmak:))