20 Ekim 2009 Salı

İyi ki doğdun Fatmaaaaaaag!



Bir yıldan az süredir tanıyorum seni, sanki yıllardır tanıyormuşum gibi ama...
Sanki, yıllardır tanıyormuşum da seni, ondanmış bu içimdeki sıcacık duygu...
Sanki yıllardır biliyormuşum, bu yüzdenmiş bir giriş cümlesine 20 cümle biçişim...
Sahi insan yıllardır tanıdığı birini, benim bu kısacık sürede, seni sevdiğim kadar sevebilir mi?
İnsan yıllardır tanıdığı birine, içinde böylesine yer verebilir mi?
Bilmiyorum, inan ne kimse umrumda ne de zaman...

Arkadaşlarım oldu benim, dostlarım oldu, hatta kardeşler...
Sevdim onları, değer verdim, ne bileyim hepsinin yeri ayrıdır benim için.
Lakin; bu dil biliyor ya arkadaş demeyi, dost demeyi, kardeş demeyi; işte sana hiçbiriyle seslenemiyor.
Bazen arkadaş gibi, bazen dost gibi, bazen kardeş gibi, bazen hepsinden bir parça, bazen hepsinden öte...

Hızlı yürümenle tanıdım seni. "Bu kız da kısa; ama amma da hızlı yürüyor, insan bekler be bekler!" diye kızmıştım sana o gün(kısa dedim tamam kızma, ben de kısayım:P). Ama yine o gün, tüm kızgınlığımı alacak bir konuşmamız olmuştu. Senin iyi bir dinleyen olduğunu farketmem yetmişti birçok şeye...

Zamanla anlayan olduğunu anladım.
Zamanla iyi bir anlatan...
Zamanla samimiyeti her zerresinde kullanan...
Zamanla anaç yanını keşfettim, mantıklı seni buldum kendi içinde...
Sonra zaman geldi yine, böyle, dokunmaya kıyamayacağım duygusallığını buldum...
Arıyordum ya besbelli bir şeyleri, işte bir deli kızı da buluverdim hemen.

Biriyle a'yı, b'yi, c'yi paylaşırsın da hani, d'den bahsedemezsin ya; gün be gün anlıyorum ki biz, tüm alfabeyi paylaşabiliyoruz...

Ne anlatsam ben yine? Deli deli şarkı söyleyişlerimizi mi, kamyondan boşanırcasına yağan o yağmurda ıslanışımızı mı, yarasa kovalayışlarımızı mı(sahi ben kovalamıştım onu:P), gecenin bir vakti çiğ köfte yemelerimizi mi, kapı ile mutfak penceresi arasında mekik dokuyuşlarımızı mı, odadan odaya "ben uyuyorum" mesajlarını mı, ayna kırılmasıyla senin korkuşlarını mı, sinemalarda bir h harfinin peşine düşmelerimizi mi, tiyatroya gidişlerimizi mi, salonda koltuktan koltuğa kavga edişlerimizi mi, benim senin resmini çizmelerimi mi, senin kavgadan sonra "o resmi kaldırmış mı" diye kapı aralığından bakışlarını mı, mum yakıp efkarlanışlarımızı mı, senin blog yazılarını seslendiriş aşamalarını mı, çiçek dikişlerimizi mi, balerin danslarını mı, fesleğen isteme aşamalarını mı(evde bir feslegen var diyorum ben sana:P), Behçet şiirleri okuyup "vay be çok anlaşılmaz" deyişlerimizi mi, gecenin bir yarısı beni o kalemlerinle şekilden şekle sokmalarını mı(Atik ne diyordu sahi?), Akif'in yerine pasta yaparken beni yanına kiralamalarını mı?
...

Ne diyeyim kız ben sana?
Ne çok şeyi paylaşmışız da ne çoğu aklımda kalmış...
Nihayetinde ben unutkan biriyim, nihayetinde telefonla konuşmayı sevmem, nihayetinde yazın seni arayıp duran da benim.(bana göre çok arama idi o)

Sss ile başlayan mesajlarına bile öyle gülüyorum ki, gören harika bir şey oldu sanır. Bilseler o mesajda ne yazdığını...:Ç


Biliyorsun huyumu "ben üzüleyim, cümle alem mutlu olsun" larımı...Allah biliyor ya, şu dünyada en çok mutlu olmasını istediğim kişilerden birisin. Sen mutluysan ben de mutlu oluyorum ne durumda olursam olayım.

İşte öyle Fatmam...
Bilirsin, sevdiğimi sevdiğime öyle böyle zamanlarda çokça söylemeyi sevmem. Özel bir gündür, bir andır bu...Hem hep dile dökülmez ki; bir bakıştır, bir sarılmadır, ne bileyim...

Biliyorum, biliyorsun ama yine de söylemek istiyorum işte, özellikle bugün, benim için ne kadar değerli olduğunu söylemek istiyorum.
Benim için değerli olduğun kadar değerli bir tarihteyiz gün itibariyle...
Daha ne desem de bir "iyi ki" ye sığdırsam bilemiyorum...
Ben "iyi ki" yi diyeli çok uzun zaman oldu, her ne kadar beraber kutladığımız ilk doğum günün olsa da...

Aylar sonra yeniden söyleyelim de klişemiz meydanda olsun o halde:

"İyi ki doğdun, cam gözlü, güzel insan"

"İyi ki..."

Nice nice güzel yaşlara, yaşantılara olsun...


p.s: Şu sağdaki müzik eşliğinde yazdım yazımı, gün boyu kalsın orada...

1 yorum:

gausss dedi ki...

doğun günü kutlu olsun fatmanııın :N