28 Ekim 2009 Çarşamba

Münzevi


"Küçücük bir dünyam var benim."

Eskiyen, ileri geri kullanılıp eskitilen bir cümledir.Belki bencillik ediyorum, belki -istemeden de olsa- alçaltıyorum çevremdekileri; ama bu cümleyi kuran birçok kişinin kendi dünyası olduğunu düşünmüyorum. Bugün orda, yarın şurda, eğlen, coş, düşünmeden, kafanı yormadan yaşa...Bu mu o küçük dünya? İçine herkesi sığdırabileceğin kadar esnek mi bu?

"Küçücük dünyam"...Ve sonuna eklediğin o "sıcacık" sözcüğü, o göreceli söz... Kapını her gelene açtıkça, kapıyı ardına kadar açık bıraktıkça, soğumadığını iddia ettiğin o dünya...Sıcacıktı, öyle değil mi? Sıcak...

Benim de var öyle bir dünyam. Ben içine sevdiklerimi koyduğum dünyama "küçücük" demem ama...O "küçücük" olan, kendi iç dünyamdan başkası değildir. Hani kalabalıklar içinden çekildiğim köşe, hani yorgan altı düşüncelerini sakladığım kuytu, hani izlerken etrafımı, olan biteni görmek istemediğimde, umursamadığımda, dinlemediğimde, dinleyip de konuşamadığımda gittiğim gizli geçit...Yollarına hep kestirmeden ulaşabildiğim ev. Kapısı olmayan, sıcaklığını da soğukluğunu da kendi içinde muhafaza eden; ayan beyan mevsim değişiklikleri dışında, etraftan etkilenmeyen kutu...

Havaların soğumasından mıdır, nedendir bilmem, saklanır oldum köşeciğime. Etrafım kalabalıklaşsa da; ben hala oradaymışım gibi bir görüntü verip, bedenimi ve birkaç sözcüğümü onlarla bırakıp, gider oldum gizli evime. Küçücük benliğimi küçücük dünyama sığdırıp, çekilir oldum inzivaya...

Birkaç gündür böyleyim, çok değil. Birkaç günün birçok saati böyle olunca, sanki çokmuş gibi geliyor ama değil...Belki yoruldum etrafımda olan bitenden, bu yaşama kargaşasından, konuşulan ama bir türlü sonuca ulaşmayan cümlelerden(siyaset ve türevleri), gülünen basitliklerden, hayret edilen ama bir fevkaladelikten yoksun olaylardan, üzen, sinirlendiren ondan, bundan, şundan...İçinde çoğu zaman benim de bulunduğum her şeyden...

Başka dünyalarda geçirdiğim vakitlerin çokluğundan olacak, özlemişim kendi dünyamı...Küçücük, fazlalıklardan yoksun, belki şirin, belki renkli, belki biraz gölgeli, çokça düşünceli...

Belki, biri çıkıp buna "yalnızlık!" diyecek, yine bir yafta bırakıp gidecek ardına bakmadan...Kolay nasılsa bu...Sanki ben bilmiyorum da o kelimeyi, eveleyip geveliyorum ağzımda sözcükleri...Sanki yalnızlığı bilmeyene yalnızlığı anlatıyorum...Laf!

Değil yalnızlık falan. Bu olsa olsa; insanın kendi içinde kalabalıklığıdır, kendi içinde yaşanabilirliğidir...İnsanın kabuğundan çıkıp yine kabuğuna dönmesidir...Bu olsa olsa öze dönüş, öze gömülüştür...

Bu, benden başkasına "neyse ne"dir...

5 yorum:

Kaan Fakılı dedi ki...

Peygambere ilk vahiy inzivaya çekildiği bir gün gelmişti. Kendini dinlediği, kendine yöneldiği bir gün. Acaba o gün gelmesi bir tesadüf müydü? Evinin bir odasında otururken ya da bir kervan yolculuğunda gelemez miydi?

İnzivaya çekilen insan Tanrı ile konuşur. Tanrı, konuşmak için yalnız olanları seçer.

Ay BU KIZ dedi ki...

bu yazıdan sonra böyle bii derin nefes alıp bi toprak kokusu çim kokusu yağmur kokusu falan duymak istedimm..
çok hoşuma gitti..

buraneros dedi ki...

Bu kadar güzel sözcüklerle ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi bir durum. Ki ne kadar kalabalık olduğu da görülebilirdi ''küçücük'' bir dünyanın; ancak a.nur patentli cümlelerle ...

valla süperdi, kahve kokusuna çok yakıştı:))

Yusuf dedi ki...

Güzeldir böyle kendinle başbaşa kalmak. Dediğin gibi buyalnızlık değil. İnsan bu dünya için yaratılmadığından dolayı ara sıra asıl gideceği yeri özler. Bu durumda da kendini dünyadan soyutlar. En azından benim için öyle :)

Harika dedi ki...

İyi ki buradayım ! Çok başarılı bir yazı. Harikulade.