14 Temmuz 2010 Çarşamba

Mutlu Yazılar Yazıyorum Bak



Film anlatamıyorum, çok mutluyken yazamıyorum, yazıyorsam da saçmalıyorum. Sonra okuduğumda beğenmiyorum o yazıları. Yazmak dediğin şey daha kalıcı olmalı gibi geliyor. Ben boş boş konuşmak da istemiyorum. Bana yazı yazdıracak şeyler oluyor ama onları da yazamıyorum. Çığırtkan gibi buradan bağırmak istemiyorum. Ben hayatta en çok yanlış anlaşılmaktan korktum. Korktuğu başına gelirmiş insanın...

Diyorlar ya nasıl görmek istiyorsan öyle görürsün diye. Yanlış anlaşılmaktan korkan insana bakalım şimdi. Belki onun yanlış anlaşılmaktan korktuğu kişi(ler), onu anlamaya bile çalışmadı. Herkes aynı değil ki... Herkes aynı zamanda değil ki... Bazıları için çok basit her şey. Umursamazlık basit bir şey. Her şey, her şey çok basit. "Ama ya öyle değilse?" diyor görmek istediği gibi gören yan bu kez. O yan var ya çok geveze, hiç susmuyor.

Bir de abartma diye bir şey var. Zaman geçmiş, çok geçmiş. Az gitmiş uz gitmiş. Artık geçmesi gerekmiş ama niye geçmemiş? İşte hep buraya yaza yaza kendimi "abartan" tarafına alıyorum. Oysa en sade haliyle anlatıyorum her şeyi. Oysa ket vuruyorum vuruyorum, sonra bırakıyorum barajın sularını... Çok birikmiş oluyor, "napayım" diyorum. Aklıma yazmak geliyor, ben de yazıyorum. Ve bu bir suçmuş gibi korka korka yazıyorum. Kimse tutuklamıyor, bende tutukluk dizboyu.

"Bir ben miyim?" der bir de iç ses. Bir sen, evet, noldu utandın mı? Utandın da yanakların mı kızardı? Yok, bu öyle bir utanç değil. Bir sen. "Hani bencil değildin?" Bu yazı sonsuza kadar sürse de bir sen olsan ne olur? O, onlar olsa, onlar yüzler... Başkaları çoğalsa sen bir tek sen olsan noldu? Hayallerin mi yıkıldı? Ne zaman, kimden gizli kurdun o hayalleri? Ben sana dememiş miydim...

İyi gidiyordun, başarmıştın. Mutlusun işte! Eskisi gibi değilsin. Bu muydu istediğin? Mutlusun. En kolayındasın her şeyin. Renklerin bile değişti, gökyüzü güneşlik şimdi. Peki yağmurlar? Yağmur sonrası gökkuşakları, onlara ne oldu? Sen sarıyı seçtin, sarı sıcaktı, sarıyı görmek kolaydı. Mutlusun, soba kenarlarında uyumaya ihtiyacın yok artık. Soğuk sonrası sıcağın tadını da unutacaksın zamanla. Sen güneşlesin. Mutlusun işte.

Ben böyle olmayı hiç istemedim. Uğraşmıştım. Ama bir şeyler hep eksik kalmıştı. Mesela artık yazmamalıydım buraya. Ben de susmalıydım. Eksikleri bilerek bıraktım, bilmeyerek unuttum onları. Şimdi neresinden tutsam, neresini serbest bıraksam? Yazmak en kolayıma giden şey iken neden şimdi en zoru? Peki hiç yazmasam o nasıl olurdu? O ben olur muydum?

Korkma. Şimdi karanlıkta ekrana konan o kelebekten korkma. Herkes bulduğu ufacık bir ışığa yapışıyor. Sen neden korkuyorsun? O, kanatları varken karanlıkta uçmuyor. Sen ne diye çabalıyorsun?



2 yorum:

Evren dedi ki...

köylüler diyorum o seslere ben, susmak bilmeyen geveze köylüler... konuşuyorlar olur olmadık zamanlarda ve susuyorlar en konuşulması gereken vakit. ah! mutluluk, ışığı gören kanatlıların lambalara çarpıp ölmesi gibi, beklenmedik sonuçlar doğursa da, ışığı görmek ve ışığa uçmak kadar bir zaman dilimine saklı yaşamak.

mutlu kal! :)

Esin Bozdemir dedi ki...

"herkes bulduğu ufacık bir ışığa yapışıyor"...diyorsun ya hani yazında bak yazının en önemli vurgulayıcı son noktası burası olmuş bence...önemli olan karanlıkta o ışığı görebilmek değil mi!

sevgilerimle...