10 Haziran 2011 Cuma

Başka

Bitti. Zaman gitme vaktidir şimdi...

Oysa yeni gelmiştim ben, şu köşede azıcık dinlensem diyordum, bir yorgunluk kahvesini çok gördün. Aşk olsun.

Cemal Süreya da demiş ya: 'İnsanlar Ankara'da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır.' diye, ben ne çok bekledim Ankara'da... Nice beklemeler ördük onunla, sonra bitti umut, yenisini aldık, yeniden ördük. Karda kışta üşümedik hiç. Kalınca beklemeler giyindik. Ne iyiydi! Cemal Süreya da demiş ya... Tesadüf mü? Var mı tesadüf diye bir şey?

Yok. Boğucu diyorlar ya yok, öylesi değil. Hüzünlü diyelim. Beton yığını dediniz, yok, görünüşlere ne çok takıldınız dedim. Hem güzeli, iyiyi, tatlıyı sevmek ne kolay! Siz hep böyle kolay mı seversiniz kuzum? Oysa perdenin ardını görmektir biraz, sevmek. Ellerinle tutunup bakmaktır bir duvar ardına. Duvar boyunuzu aşmıştır da, tutununca ayaklarınız yerden yükseliverir -siz havalanmak dersiniz buna, bazıları ayaklarım yerden kesildi der- kendinizi bir güzel bahçeye bakar bulursunuz. Kimi güzel bahçelerin yüksek duvarları olur çünkü. Herkes bilsin orayı, herkes sevsin istenmez. Belki böyledir Ankara da.

Öyle. Öyle güzel anılar biriktirdik ki birlikte, güzel insanlar tanıdık. Dostlukları sığdırdık sonra, sen almaz bu valiz dedin, ben koymaya uğraştım. Küçük bir valize ne çok anı sığdı. Karın ortasında Ayşegül'le yediğimiz o dondurma mesela, Ender'le bir göçmen kuştu o mesajı günü, Şerife'yle gidilen bir Tunalı, yılbaşı günü gidilen bir Ulus, Fatma'yla "yağmuru seven deliler" günü -sağ tarafı daha iyi yıkarım peki-, bir Feridun Düzağaç konseri, bir başka gün, tek başına arşınlanan kalabalıklar, o tekbaşınalığın sevilen yanı, ansızın yağan bir yağmur... Ve ne çok Ayşegüller, Enderler, Hilaller, Oyalar, Fatmalar... En çok da Fatmalar...

Şimdi her şeyi bırakıp gitmek zorsa, işte bu yüzden zor. Zor günler de oldu, olmadı değil ama bir şekilde örtmüştük üstünü, o topraklarda yeni çiçekler açmıştı. Bir kahveli gün, bir lezzet topu ile çay, bir sıcak kek, bir akşamüstü kapardı hüzünleri...

"Ne bileyim çocuk!" diyesim geldi, şimdi ufaldın da cebimdesin, yanında birkaç kuruş bozukluk...

Söylenecek çok şey var şu an aklıma gelmeyen, aklıma gelse de kendimde kalmasını istediğim, kimisi söylenmeyecek kadar saçma, kimisi söylenmeyecek kadar anlamlı...

Öyle işte.

Büyüttün beni Ankara. Şimdi, mümkünse, vedalaşmadan ayrılalım. Vedalar çok ağır, hem idrak da edemem anlıyor musun? Elbette anlıyorsun, duygularımı erteleyişim mi bu?


Neyse. Görüşelim mi yine?



'Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.'

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.*




* Konstantinos Kavafis - Şehir

.

1 yorum:

Yusuf dedi ki...

ben de seviyordum ankarayı. sonra nedense hep istanbul beni kurtaracakmış gibi düşünmeye başladım. istanbulu sevip, ankarayı yerince güzel olacakmış gibi.. ankara da güzel bea