2 Kasım 2011 Çarşamba

Ruh Yolculuğu

"Çocuk büyüdü
Yalnızlık oldu..."

Şükrü Erbaş



Şu ara izlediğim animedeki karakterlerden biri; sanat okulunda okuyor, son sınıfta. Yalnız bir boşlukta gibi, hayata dair düşünecek o kadar çok şeyi var ki... Bazı insanlara özgü o netlik, ilgi alanlarındaki net dağılım, onda yok. Her şey, hayatındaki pek çok şey, karmakarışık. Bunların yine üstüne çok geldiği bir anda bisikletine atlayıp dışarı çıkıyor. Öyle şeyler düşünüyor ki, kendini bir anda bilmediği bir yerdeki bir sahilde, uzanmış olarak buluyor. Ne kadar yol gittiğinden bile habersiz. Geriye dönmek de istemiyor. Çocukken merak ettiği şeyi -acaba nereye kadar gidebilirim?- sorusunu yanıtlamak için azıcık parasıyla, eski bisikletiyle -en hazırlıksız şekliyle- kendini bulmak için yola koyuluyor. Animede bu kendini keşif için çıktığı geziye "ruh yolculuğu" diyorlar, Japonya'da böyle bir terim var mı bilmiyorum; lakin bundan bahsedilirken sanki her on kişiden biri bu yolculuğa çıkarmış gibi bahsediyorlar. Sanırım orada yaygın bir durum bu. Fakat "ruh yolculuğu" ya da "journey of the soul" türünden aramalara gidince ölü ruhların gezintileriyle ilgili sayfalar açılıyor internet ortamında.

Hayatım boyunca, yirmi iki yılı aşkın bir süredir, içinde bulunduğum durum işte o çocuğunkiyle tamamen aynı. Ve tek ihtiyacımın gitmek olduğunu düşünürken bu kısmı animede gördüğümde hiç şaşırmadım. Yalnız, nereye gidebilirim, nasıl? Burada, bu ülkede, bu şehirde, olduğum yerde yaşamımın ağları öyle bir örülmüş ki nerdeyse bir yere gitsem birçok kişiyi de beraberimde götürüyorum.(gitmek tek başıma alabileceğim bir karar olmaktan çıkıyor, bir sürü yaşamı etkiliyor demeye getiriyorum) Ya da işte şu anki durumumdaki gibi hep olduğum yerde kalıyorum. Belki burada kadın olmanın getirdiği bazı kısıtlamaların da etkisi büyük. Bindiğim neredeyse her otobüste asılan bir adet muavinin olduğunu düşünürsek -ki ben köşeciğimde müziğimi dinleyen bir insanım, muavinle göz göze bile gelmiyorum- çıkıp bisikletle bir ilçeden ile gitmek bile sıkıntı olacaktır. Geçmişimizde böyle bir örnek de yok değil ne yazık ki...


***

Blogla bu aralar pek ilgilenemiyorum. Açıkçası yazacak çok fazla şey yok; hiçbir şey beni yazmaya itecek kadar heyecanlandırmıyor. Hem artık elle tutulur nitelikte yazılar yazmak istiyorum. Sırf yazmış olmak için nitelik yoksunu kelime birleşimlerinden sıkıldım.

Az film izliyorum, çok müzik dinliyorum, kalan vakitlerde de kitap okuyorum. Bu şehirde çok yalnızım. Neredeyse hiç arkadaşım yok ve sevdiğim havalarda yürüyüşe çıktığım yolları da sevemiyorum. İstediğim film vizyona düştüğünde bu şehre uğramıyor bile, tiyatrolar desen hayali bile uzak... Burada beni tutacak, yaşama bağlayacak şeyler çok az: Aile sevinçleri ve tek tük anılarımın olduğu birkaç sokak, bir taş bina. Bu kadar. O sokakların ve okul anılarının hepsi de yetişkinliklerini sevmediğim çocukluk arkadaşlarıyla an be an kirleniyor...

Yanlış anlaşılmasın, mutsuz değilim. Genel bir mutsuzluk -ya da eksiklik hissi- hep var ama şu an inzivaya çekilmiş insanlara hakim bir huzur esiyor buralarda. Beni yoran şeylerden çok uzakta, kendimden çok uzaktaymışım gibi hissediyorum bazen. Hayal ettiğim şeylerse imkansız görünüyor buradan: Onlar tepedeyken ben uçurumun dibindeyim. Sevdiğim insanları da ayırdım, çok azıyla görüşüyorum, hatta üç dört kişi ya var ya yok. "Şu gün görüşelim, şunu yapalım" diyen bazı sevdiğim insanların attıkları mesajları günler geçtikten sonra anımsıyorum ve artık çok geç olmuş oluyor. Bu halimi anlatmam imkansız. Sanki herkes bir önem sırasına dizildi ve ilk ona girenleri kapıdan içeri aldım, gerisine de hala eski değeri vermeme rağmen onları bir yere sabitledim. Ve bu benim mutsuzluğumdan ya da onların bana bir şey yapmış olmalarından kaynaklanan bir hal değil.

Mevsimin kışa düşmesini izliyorum pencereden, balkona çıkıp saksı çiçeklerini okşuyorum kirpiklerimle, biraz şiir okuyorum... Ağaçlar sararıyor, gün düşüyor, gün yükseliyor; günler böyle geçip gidiyor işte.

Neyse ki geçiyor. Bunu bilmek güzel.









2 yorum:

We are the Hippies dedi ki...

yak bi cigara...

Azura dedi ki...

Konuşasım var seninle. Özledim..