22 Şubat 2012 Çarşamba


Kadın bir şey yapması gerektiğini hissediyordu. Çok iyi bildiği, o an hatırlayamadığı; fakat mutlak surette yapması gereken bir işmişçesine içine dikenler batıyordu. Rahat uyku, uyanıklık bir süre için perde arkasında gizlenmiş gibiydi. Sanki bir oydu yapılması gereken de geriye kalan her şey onun büyüklüğü altında ezilmişti. Yemeler, uzanışlar, sohbetler, giyinişler, özenişler... Yoktu. Ya da vardı. Ama olması gerektiği gibi değildi. Hiçbir şeyin -rutinleşmiş şeylerin bile- tadı kalmamıştı.

Akşam.

İçindeki sıkıntıyı dindirmek için neşeli bir film izlemek istedi. Buldu onu, güldü, kahkaha atacak dahi oldu, kahve içti, film bitti. Dinmedi.

Gündüzden kitap okumak istediğini düşünüp eline, yerdeki kitaplardan en incesini aldı ve okumaya başladı:

" Tabii o zaman alnındaki bu çizgi yoktu, saçları böyle terlemiyordu.

Saçlarım böyle terlemiyordu, diye düşündü. Şapkasını siperliğinden tutup hafifçe kaldırdı, indirdi: Kutsal serinlik. O zaman da böyleydi güneş, böyle biraz yere yakın, yaprakların arasından, onlarla birlikte, sokulgan.

..."

Devam edemedi, kapattı. İlk kez okuduğu bir yazardı, içgüdüsel bir şekilde o kitabı kendisine istemişti ama şimdi okuyamıyordu. Bir kitabın kendisini kırmasından korkuyordu, öyle kırılgandı. Neye küstüğünü bilmiyordu, içindeki sıkıntıyı da bilmiyordu, bu yazarı tanımıyordu, kitabın ne anlattığından habersizdi ama işte. İşte... Severdi hüzünlü kitapları hüzünlü filmler kadar. Ağlayan kadınlardan çok ağlayamayanlar üzerdi onu. Ayan beyan söylenmemiş ama bir çiçek dalına gizlenmiş hüzünler, çok üzerdi. Kitabı yerine koyarken aklına başka, daha başka bir kitap geldi. Okuma isteği kapıda bekliyordu hâlâ, kitaba dokunsa içeri girecekti hemen. Paltosunu çıkarmadan bir iskemle çekip oturacaktı. Vazgeçti, daha neşeli şeyler yapmalıydı. Bu durumu ancak bununla dindirebilirdi.


Yanıldı.




Hiç yorum yok: