30 Aralık 2015 Çarşamba

2015 Film Seçkisi

Film açısından verimli bir yıl oldu. İşte 2015'ten akılda kalanlar...


*Me and Earl and the Dying Girl (2015): Filmekimi bünyesinde izleme fırsatını bulduğum filmlerden biri. Biletleri almak çok aceleye gelmişti ve filmleri araştırma olanağım çok olamamıştı ama nokta atışı olmuş bu film. Tam da böyle bir filme gitmek istemiştik. Ben sevdim, hatta fazla sevimli buldum. Kanser temalı filmler bir yerden sonra hep aynı yere bağlanıyor ama bu film pek öyle değil. Hım, bir de sincaplar, diyorum, siz bu kadar sevimli miydiniz?  8/10


*Umimachi Diary (2015): Japon yapımı şeyleri (animeler, filmler, kitaplar, müzikler) neden bu kadar çok sevdiğimi zaman zaman soruyorum kendime. Her seferinde de aynı yere varıyor cevap... Japon sineması sade, o kadar sade ki göz yormuyor, film olduğunu unutuyor insan bazen. Çünkü abartı yok denecek kadar az. (Türk sinemasını çok sevememe nedenimi de buna bağlıyorum. Biz bir şeyi çok abartıyoruz, adeta izleyicinin gözüne sokuyoruz.) Bu film de kardeşliği anlatan sıcacık bir film. Üç kız kardeş babaları tarafından bir kadın yüzünden yıllar önce terk edilirler. Uzun yıllar sonra babalarının ölüm haberi gelir ve cenaze için uzak bir şehre giderler. Orada babalarının üçüncü eşi ve ikinci eşinden olan küçük kız kardeşleriyle tanışırlar. Gidecek bir yeri olmayan bu kızı yanlarında yaşamaya davet ederler...  Yine Filmekimi'nde izlediğim filmlerden Umumachi Day. Film Taksim'deydi ve son metroya yetişmek için gecenin bir yarısı deliler gibi İstiklal'de koşan ama bir yandan da kahkalara boğulan  iki kişi gördüyseniz, öhöm... Bu yüzden de aklımda kalacak. 8/10

* Mistress America (2015): Selin'le izler izlemez hemen Filimadamı'nda "başucumda"ya bastığımız filmlerden diyeyim, siz anlayın. Frances Ha'yı da sevmiştim ama bu film ondan daha tatlı geldi. Çok fazla şey vaat etmeyip diyaloglarla kendini anlatan ve hemen biten film (zamanın göreliliğiyle ilgili olabilir bu). İyi şeyler yapmak, yaş ilerlese de başarılı olmak istiyoruz ama olmuyor ya hani, işte film tam da bu şeylere el sallıyor. Karşılıklı anlaşıyoruz. Öyle işte, dingin bir günde izlenip "tatlı insanlarmış keşke tanışsaydık" denilebilir. 8,5/10

* Gloria (2013): Bu filmi sevdim mi yoksa filmden nefret mi ettim bilmiyorum. Yaşı ilerlemesine rağmen yaşam enerjisini muhafaza eden hafifmeşrep (?) bir kadını anlatıyor film. Paulina García rolünün hakkını veriyor. Puan olarak elim 7'den az bir puana gidemediği için listede. 7,5/10

* Chef (2014): Aşırı tatlı film. Yemekli filmler zaten ilgi alanımda, bir de hikaye şirin olunca sevmemek elde değil. 8/10

* Tais-toi! (2003): Bilen bilir, benim komedi filmlere gülme eşiğim epey yüksekte. Her şeye gülemiyorum. Hatta şöyle söyleyeyim, yanımdakiler gülmekten çatlayacakken bende tık olmayabiliyor. Sinir bozucu bir durum. Ama bu filme o kadar çok güldüm ki karnıma ağrılar girdi. Belki de hiç gülünesi bir film değildir ama işte... Leon'un saksılıadamını görmek de güzeldi. 8/10

* Begin Again  (2013): Once'ı kaç kez izledim bilmiyorum. O yüzden Begin Again'e büyük bir beklentiyle başladım. Öncelikle söylemeliyim ki, bir Once değil... Tabii aynı şeyleri, aynı tadı aramak saçma da olur. Keira Knightley'i Pride and Prejudice'den dolayı sevdim ve seveceğim. (Keşke hep öyle kostümlü dramalarda oynasa...) Sesinin bu denli güzel olduğunu bilmezdim. Şarkılara gelirsek yine Once'dakiler bundakilerden daha iyi diyeceğim ama Coming Up Roses gibi şarkılar da var... 7,5/10

* Rosso Come il Cielo  (2006): Görme engelli çocukların içlerindeki gözleri bize layıkıyla gösterebilen filmlerden. 7/10

* Silsile (2014): Saçmasapan Türk filmlerini sinema afişlerinde görmekten o kadar sıkıldım ki şöyle filmler de birçok yerde vizyona girse de izlesek. 9/10

* Le hérisson (2009): Kitabını okumadan filmini izlemeyecektim ama dayanamadım. Çok farklı çok tatlı bir film. Keşke öyle naif, şirin insanlarla gerçek hayatta da karşılaşabilsek. Keşke bizim apartmanda da öyle insanlar otursa... Burayabirtakımiçgeçirmelergelsin.

* Mommy (2014): Bu yıl en sevdiğim filmlerden biri Mommy. Xavier Dolan beni her filminde kendine hayran bırakıyor. Oyuncu seçimleri de çok iyi. Söyleyeceklerim bu kadar. 10/10

* Rosetta (1999): Fakirliğin, hayatın acımasızlığının, çabaladıkça batmanın filmi Rosetta. Bunu izleyicinin gözüne sokmadan anlatıyor, belki de en güzel yanlarından biri bu. Dram etiketini sonuna kadar hak ediyor. 9/10

* Hauru no Ugoku Shiro (2004): Miyazaki'yi hayal gücünden öpmek gerek. Ben onun anime dünyasında çok abartıldığını düşünüyorum ama hayal gücü karşısında saygıyla eğilebilirim. 9/10

* Whiplash (2014): Müzik neden bitti ki... Psikolojik film olduğunu okuyunca Requiem for a Dream tarzında bir film beklediğim için uzak duruyordum. Fakat film kulübü bünyesinde olunca mecburen izlemeye oturdum. Bitince de en başta söylediğim cümleyi kurdum.Unutmadan, izlerken sık sık aklıma Hugh Laurie geldi, benzer bir karakter çizimi de yok aslında ama ne bileyim, özledim galiba. 

* Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring (2003): İsmi bu kadar güzel çok az film gördüm. Uzun süredir orada burada karşıma çıkıp ismiyle beni izle mesajları veriyordu. Nihayet izleyebildim, çok da iyi yaptım! Müzikleri ayrı güzel, görüntüler apayrı, yaşam tıpkı mevsimler gibi geçip gidiyor... Bebeklikten yaşlılığa... İlginç ama biraz durağan. Bu yüzden 8/10

* To Kill a Mockingbird (1962): Adalet üzerine çok iyi bir film. Söylenecek çok fazla şey yok, izlenmeli! 8/10

* Jagten (2012): Benim için bu sene izlediğim filmler içinde en iyisi. Mads Mikkelsen'i görmekten bıktım, evet. Bu filmden de tam bu sebepten uzak duruyordum ama kötü yapıyormuşum. Konusu beni çok etkiledi. Hep böyle bir şeyden korktuğum için belki de... Ve filmin sonu, daha vurucu olamazdı. 10/10

* Okuribito (2008): Japon yapımı kaç film izlediysem listeye dahil ettim. Abartıyor muyum napıyorum bir bakmak isterseniz bu filmden izlemeye başlayabilirsiniz. Konusu çok ilgimi çekti. Farklı kültürleri tanımayı seviyorum. 8/10

* La Tête en Friche (2010): Selin sayesinde keşfettiğim bir başka tatlı film. İki insan oturup kitaplardan konuşuyorlar. Bu sanırım izlemeye yeter. 8/10

* Kes (1969): Ben bu filmi yıllar evvel, bu blogu ilk açtığım yıllar şu an ismini hatırlamadığım bir blogun profil kısmında görmüştüm. İlk okuduğum blog onunkiydi sanırım, bu yüzden yazarın izlediği filmlere ayrı bir ilgi duymuştum. Kes de o filmler içinde hatırladığım tek film. Yedi yıl sonra izleyebildim ama yine de mutluyum.  Ken Loach çok sevdiğim bir yönetmen ama bu filmin bende çağrıştırdığı ana şey başta yazdıklarım. İyi ki de güzel bir film çıktı, bunca beklemeye değdi. 9/10

* Incendies (2010): Beklentim çok yüksekti bu filmle ilgili, bu yüzden aradığım tadı bulamadığımı düşünüyorum. Benim için bir Oldboy değil. Buna rağmen 9/10

* Words and Pictures (2014): Juliette Binoche'yi seviyormuşum ben. Film mi nasıl? Kendi halinde, seyirlik... 7/10

* The Past (2013): Yönetmenin izlediğim ilk filmi. Son da olmayacak. 8/10

* Düttürü Dünya (1988): Bizi en çok güldüren insanlar üzgünken daha çok üzülüyoruz fark ettiniz mi... 10/10

İzleyip sevdiğim ama gözlerim uykudan kapandığı için anlatamayacağım diğer filmler:

* Büyük Adam Küçük Aşk (2001)
* Le huitième jour (1996)
* The Flowers of War (2011)
* Sonbahar (2008)
* Historias mínimas (2002)
* Seven Psychopaths (2012)
* Taare Zameen Par (2007)
* Interstaller (2014)
* A Short Film About Killing(1988)
* The Theory of Everything (2014)
* Boyhood (2014)
* Ryna (2005)
* New York, I Love You (2008)








1 yorum:

Selin dedi ki...

Kendi yazımı yazmadım ama seninkilere yorum yapayım :))

Mistress America, Taksim, Filmekimi, sahaf festivali, kahve, anoktanur <3

Gloria'yı da zamanında festivalde izlemiş ve aşırı sevmiştim. Gözlerim dolmuşken kahkaha attığım anlar hatırlıyorum mesela. ^_^

Chef'e zaman geçirmek için başladım ve bitirirken filme sarılmak istiyordum.

Begin Again'i açıp bir daha izlemem muhtemelen ya da sevdiğim filmler arasında saymak aklıma bile gelmez ama izlerken öyle iyi geldi ki...

Le Hérisson tatlı bir film, hatta kitaptan bağımsız düşündüğünde de sevmemek imkansız gibi ama kitabın hayatımdaki yeri çok başka. Hatta geçen sabah durup dururken "Kirpinin Zarafeti acaba benim en çok sevdiğim kitap mı oldu, neden durup durup bu kitabı düşünüyorum?" diye sordum kendime.

Spring- Summer, Fall, Winter... and Spring'in ismiyle aramızdaki şey ilk görüşte aşk! Yalnız ben bu filmi izlemeyi yıllardır erteliyorum :(

Mads Mikkelsen konusundaki hislerine de Jagten konusundaki hislerine de katılıyorum. :)

La Tête en Friche <3 Bu yıl kitabını okuyasım var, bana katılsana :)

Incendies beni mahvetmişti. Film bittiğinde "Yanlış yorumluyorum di mi, öyle olmamıştır, hayır lütfen olmasın," diyerek kendimi yediğim dakikaları unutamam.

Farhadi'nin Bir Ayrılık'ı daha çok beğeniliyor ama bana sorsan The Past daha özel bir filmdir derim.

Ne çok konuştum! Gidiyorum ben. Daha sık film yaz, olur mu? Hatta biz görüştüğümüzde de ara sıra film konuşsak ya, yazarken Moda'da oturmuş sohbet ediyormuşuz gibi hissettim. :)