26 Eylül 2009 Cumartesi

17'sinde Bir Kız, 17'sinde Bir Sevda

Çok değil, belki de çok, 3 yıl öncesi...Lise sondayım, yatılı bir okulun dolu koridorlarında koşturuyorum. Her yerde insan var, her yer-de! Yalnız kalıp, düşünmek istiyorum. Bir merdiveni bitirip, okulun arkasına düşen arka merdivenlere koşuyorum. Biraz daha tenha, biraz daha karanlık diye, belki tercih edilmez diye...

Son kattan başlıyorum arayışa, burası dolu biraz, telefonla konuşanlar var. Sonra bir başka merdiven, iki üç kız oturmuş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyorlar birbirlerine. Sonra bir başka katın sonundaki pencere kenarını buluyor gözlerim, hemen kenarında bitiyorum. Pencere kenarında bir kalorifer var, üstü tahta ile kaplanmış. Oturuyorum hemen, ellerimi dizlerimle tutup, dışarı bakıyorum. Boş bir arazi içinde tek tük ışık var yanan. Turuncu, sarı, kırmızı ışıklar...Vakit gece yarısı belki, emin değilim, telefonum yastık altında... Şehir uyumak üzere, okulda bir uyumama isteği; kulak tırmalayan kahkahalar, koşuşturan hazırlık sınıfı öğrencileri, ağlayarak yanımdan geçen eli telefonlu kızlar...

Kimse diyorum içimden, kimse bulmasın beni... Tanıdık birileri geçiyor, pencere biraz iç kısımda kaldığından benden tarafa bakmıyorlar, rahatlıyorum...Sonra, yeniden dışarı bakıyorum, kör karanlığın içinde bitmiş ışıklara ve bitiminde cama yansıyan yüzüme; yorulmuş gözlerime, dağılmış saçlarıma, karşımda bana benzeyen, bana yabancı, bana tanıdık o yüze...Derdim var sanılmasın; ders çalışırken yorulur gözlerim, çalışırken dağılır saçım başım. Sanki saçımla çözerim soruları, her sorudan sonra bir başka şekil alır saç tellerim...

Kendimi boş verip dalıyorum yine dışarıya. Bu kez ne ışıkları görüyorum ne cama aksetmiş yüzümü. Düşünüyorum...

Peki ne düşünüyordum? Gerçekten hatırlamıyorum şu an. Ama o halim, o arada yaptığım yalnızlık nöbetleri, o an o kadar gerekliydi ki benim için...Sanki nefes alıyordum öyle zamanlarda, o yalnızlıklarda yalnızca kendim için yaşadığımı hissediyordum.

Zaman geçti sonra, 3. sınıfın ortalarına geldik. İnsanlarda bir sınav telaşı, bende telaşsızlığın telaşı...Ortada bir duygu, etrafında dönen bir ben. Başımda bir duygu, ortasında ben. Ve benlerin bitiminde bir sen. Soruların sonunda sen, etüt aralarında sen, şarkılarda türkülerde sen, istediğim okulda sen, şehirde sen...Pencere kenarı, o kalorifer üstünde seni düşünen bir ben.

Nasıl anlatsam ki o duyguyu? Bir mutluluk belki...Buruk bir mutluluk. İsyan edilmeyen birçok olumsuzluk, bir sürü umut, bir sürü heyecan...17 yaşın körpe bedeninde, kimsenin bilmediği bir duygu. Soğuk bir kış günü, içi ısıtan bir duygu...

Tatil günleri daha bir heyecanlı olurdum, özlem bırakmazdı ki yakamı, bir ay bin özlemle dolup taşardı. Şimdi anlatsam her şeyi, özlemin dinişini, küçümsenir. Öyle küçük şeylerle avunurmuşum ki ben, öyle kanaatkarmışım ki...Söylesem, ne bileyim...Söyleyemem de, anlaşılmaz. Anlaşılmadığı noktada üzülürüm, olmaz.

Hep bir şeyi bekliyormuşum ve bulmuşum hissiydi, ne beklediğini bilmediğin bir zamanda beklediğinin gelmesiydi. İçimde bir bayram sevinci... Yazılan şiirler, çocukça kaydedilen şarkılar, kaprisler ve hayaller. Ortada hiçbir şey yokken, her şeyin var olduğunu hissetmek nedir bilir misin? Ben bilirim de anlatamam. Peki tatil dönüşü evde yaşanan o duyguyu, o sabahı bulan geceleri? Bir şarkıyı 20 kez art arda dinlemenin hissettirdiğini?

Bekle denmişti bana "bekle" Açık uçlu bir soru gibiydi, kimse "ne kadar" olduğunu bilmiyordu...

Şimdi yine bir tatil için döndüm eve. Bir kanepe altında senin için yazdığım bir defterin varlığı, bilgisayarda kalmış, o zamanlar dinlediğim bir şarkı, uyuyamadığım zamanların yatağı... Yaşım olmuş 20, yine bir üçüncü sınıf, yine bir düşünce ama bir burukluk. Hatıraların canlandığı yerde ölmüş bulunmaları, zamanda asılı kalmış bir "dün"... Asılan yere gözünü dikip bakakalan bir ben. Özledim belki. O anları, o heyecanı, o mutluluğu, o imkansızlıkla gelen umutları...

İnsan kaç kez böyle hisler yaşar bilemem. Ama o koridorlarda boş yer arayan küçük kız var ya ve onun hissettikleri, onun hayalleri, onun içinde sakladıkları...Onlar öyle güzelmiş ki, öyle safmış ki hissedilen...Kaç yıl siler onları, kaç zaman geçmeli üstünden unutmak için? Kaçıncı sınıflara gelmeli peki? Bilmiyorum.

Şimdi o kızın göremediği, görmek istemediği, kaçtığı pek çok şeyi görüyorum, biliyorum, yaşıyorum da ne oluyor? Gittikçe uzaklaşıyorum da ne oluyor? Onun küçücük elleriyle, tıpkı o şarkıdaki gibi hiçbir şey başaramaması gözüme batıyor da ne oluyor?

Hep geçecek, bitecek, o değil, bu değil deniyor. Geçiyor, bitiyor, o değilmiş, bu değilmiş deniyor da o günler, o yaşananlar, takvimin o günlerinde kalan o küçük kız, peki o nasıl siliniyor? Var mı ki bir silgi, sileyim onu da...Nasılsa her şeyi siliyoruz ve her şey çekiliyor hayatımızdan değil mi?

Ben özledim o küçük kızı, çok... Pencere önüne oturup, dizlerini elleriyle kavrayan, başını cama yaslayıp, yalnızca kendine ve kendindekilere nefes alan kızı, özledim.

13 yorum:

bi dost dedi ki...

:) silinmez ki onlar.. ne güzel anlatmışsın.

beenmaya dedi ki...

özlemek bile bir çeşit farkındalık değil mi...

Harika dedi ki...

şu kaçışları gözümün önünde canlandırabildim ve o nefesleri duydum. bir de tanınan bir hisle burnumda sızlayan bir acı. çok güzel bir yazı

The Metonian dedi ki...

ben kelimeleri kırparken, sen bolca saçıyorsun etrafa. iyi de yapıyorsun (: tasvir yeteneğine hayranım hep (:

o küçük kız, sen özlesen de asılı kalan "dün"de yaşıyor artık ve geçmiş, bugün ile yarının iyiliği için en fazla bir adım geride durmakla yetiniyor. (:

buraneros dedi ki...

Bir A. Nur yazısıydı:)) Müthişti...

Her bir paragrafta bir cümleyi alıp yoruma taşıyayım dedim. Sonra fakir(!) nakaratlarının içine bağdaş kurmaya karar verdim. Çok güzel bir anlatımdı.

Çok duyguluydu çok:))

a. dedi ki...

@Dikenli tel
Eğer eleştirini düzgün bir şekilde dile getirseydin, ben de yorumu burada yayınlayıp, birkaç cümle altın yorum yapacaktım. Lakin, öyle kaba sözler sarfetmişsin ki ben ne desem boş gibi geldi...

srknsngn dedi ki...

nefes almak gibi ; ezbere ,kolay,lüzumsuz bir o kadar da gerekli...

silinir silinir her şey silinir.
mühim olan ne kadar iz bıraktığı...

a. dedi ki...

Madem silinecek nasıl iz bırakıyor ki?
Silinmeye mahkumsa, her şey siliniyorsa, neden mühim iz bırakması?

Her şey silinmez bence.
Silinmemeli.

srknsngn dedi ki...

Kazırsan gayet tabi iz bırakır.(ama silinen silinmiştir artık)
silinmeli mi silinmemeli mi onu ben bilmem ama hayatın da kuralları var.
o siler sen kazırsın o siler sen kazırsın o siler sen kazırsın ta ki bir taraf pes edene kadar...oyun gibi ...ama unutma hayat bu oyunu ezelden beri oynuyor.

a. dedi ki...

Aslında ben orada bir şeylerin silinemeyeceğinden bahsederken kalan şeylerden bahsediyordum. Yani senin demenle, izlerden.

Bir şeyler hep kalıyor, bazıları kendiliğiden giderken...

İşin garip tarafı biz o hep kalanları da silmeye çalışıyoruz.
Hayat değil de insan kendi kendine ediyor ne ediyorsa.

Adsız dedi ki...

ağlıcaktim walla..cok güzel ifade etmişsn başka türlü anlatlmaz

Adsız dedi ki...

cok gec kalmis bir yorum belki ama simdi blogunuzu okudum ve kucucuk bir anımı paylasmak istedim.
Dun Kanyon'da yururken 10 yıl once lise sondayken asik oldugum, ugruna neler yapacagimi anlatsam inanmayacaginiz adamı gordum. 1 sene birlikte olmustuk, İstanbul'a birlikte gelme hayali kurmustuk, ikimizde geldik ama ayrı ayrı.. Uzerinden 10 yıl ve 4 baska adam gecmisken, su an sevdigim bir adamla yeni evlenmisken ben onu gorunce yine nefessiz kaldım. Konusamadım, yan yana yuruyup gecip gittik. Ben o yaralar gecer, izleri gecer diye dusunenlerdendim ama ufak bir sızı kalıyor, 10 yıl sonra bile sızlayabiliyormus.. ki bu guzel bir duygu, anları biriktirip mutlu olanlar icin..

Sevgiler,

Carmen

a. dedi ki...

Sevgili Carmen,

Yorumun için teşekkürler, benim için geç kalmış bir yorum değil, her daim geçerliliğine bakabileceğim bir yorumdu...

Belki ben de senin gibi olurum kimbilir.

Yalnız ben, bir başka kişiyi sevebilecek miyim bilmiyorum, sanki hiç olmayacamış gibi geliyor.

Bu arada mutluluklar dilerim:)