6 Mayıs 2010 Perşembe

Bir Vaktin Bitiminde

Güzel bir belediye tiyatrosu: Pabucu Yarımlar. Grup grup yapılan skeçler, oy verilen oyuncular, sinir olunan ve tam önümde oturan uzun saçlı adam. Adamın o oyunu düzenleyen hocaların başı olması ve daha da sinir olunması. Onca kişi arasında bazı oyuncuların -sırf o gıcık gidiyor diye- yerden yere vurulması, göz ardı edilmesi. Sonra en beğenilen oyuncunun gruplar arasında birinci gelmesi. Kızın gözlerinin dolması. Yine sürpriz bir biçimde en beğenilen oyunun sonunun Ayna grubuna bağlanışı. Kendini Ayna'ya benzetmeye çalışmış eli gitarlı sevimli insanlar. "Ne yalnızlık ne hüzüüüün" diye bağıran bir kalabalık. Ve benim kendi yerimde kıskıs gülüşüm...

Oyundan erken ayrılıp Ulus'tan Beytepe'ye geçmek isteyen iki kız. Oyunu beğenip akşamın 22.20'sinde Beytepe'ye gitmekte ısrarcı olan yine aynı iki kız. Koca durakta yazan tek Eskişehir yolu egosu. Ve onun çook geç gelen bir ego olması nedeniyle bütün umutların suya düşmesi. Ama durağın önüne varmaya birkaç adım kala egoun dibimizde bitmesi. Adamın paso sormaması. Sevinçlerimiz...

Milli kütüphanede inip, dolmuş bekleyişimiz, saatin ilerlemesi. Konser bitti mi ki korkusu. Dolmuşun gelişi, 22.45'te Beytepe'de oluşumuz. En arkada olmamız nedeniyle Teoman'ın T'sini dahi göremeyişimiz. Bilmediğimiz bir şarkının birkaç mısrasını duyar duymaz hee Teoman'ın sesi deyişimiz. Sonra geçilen uzun bir solo. Sonra ışıkların sönüşü. Konser bitti diye o kocaman kalabalığın dağılışı. Bizim bir şarkıyı dahi dinlemeden konserin bittiğine inanamayışımız. Ama yine de minik bir umutla en önlere ilerleyişimiz. Sahnenin artık önünde oluşumuz. En öndeki bir grup insanın "bir daha bir daha" diye bağırışları. 5 dakika sonra Teoman'ın yeniden mucizevi bir şekilde sahnede oluşu. Teoman'ın T'sini değil eoman'ını dahi görüşümüz. Ve dönüşün muhteşem olması dedikleri. Çalan şarkı: Çoban Yıldızı.

İki şarkı sonrasında Teo'nun tamamen gidişi ama bizim Beytepe'den gidemeyişimiz. Atm'lerde uyuyan insanlar. Çılgın bir kalabalık. Otostop çeken insanlar. Bizim "dolmuş ve servis" umudumuz. Sonra dolmuşa bir izdihamdan sıyrılıp binişimiz ve eve gelişimiz. Çekilen "şükürler"

Sonra bugün, bir matematikçi söyleşisine gitmek üzere hocanın tüm sınıfı erken bırakması. Ama bizim(Hilal ve ben) Buket Uzuner'i dinlemek üzere gittiğimiz bir başka söyleşi. Onun gelemeyeceğini öğrenince duyulan üzüntü. Sonra adını hiç duymadığımız bir şair: Çiğdem Sezer. Ve güzel geçirilen birkaç saat. Kafana takılan soruların sorulması. Şiirlerin aralara serpiştirilmesiyle hissedilen güzellikler. Ve edebiyat seven insanlarla aynı odanın içinde olmanın verdiği belki birçoklarımız için anlamsız ama benim için pek önemli o atmosfer.

Bazen kızıyorum bazı şeylere, üzüldüğüm zamanlar da az değil ama, böyle rast giden şeyler, benim için önemli olan ne varsa önüme dizilmesi sürpriz bir biçimde öyle mutlu ediyor ki beni. Sanki ben hep böyle mutluymuşum sanki beni artık hiçbir şey üzemezmiş gibi. Sanki Allah'ın sevgili kuluymuşum hissi. Ve bitiminde bir huzur. En tatlısından...

Ve son olarak bir şiir, söyleşide dinlenmiş ismi pek sevilmiş, bir şiir:

SÜMBÜLTEBER

bunu yoksul günler için

çektim perdeleri, karanlığı törpüledim
siyah beyaz bir film, bir kadın
adı sümbülteber
koynunda kaçak tütün kokusu
yatağında geceden kalma izler
gökyüzü yastığının altında
bedeninde yıldızlar ve daha neler

geldim bir bahaneden çıktım bir ihtimale
dünyanın taç giyme günüydü, şaştım
ve ziller zurnalar ve defne
kral kim, soytarı nerde

dünya kaygan bir yerdi
sümbülteber bahane

çektim kapıları, duvarları yokladım
kan izi kin izi diş izi
bir ip boğazımda uzadıkca uzadı

burası dünya, tekin bir yer değildir
çekip gitmekle gitmemek arası
kalmanın binbir yaması söküğü ve oyuğu
ve kanlı bir bulutu
giyip çıkarmaması
burası dünya, acının ucuna bucağına
varmanın yol haritası

minneti yok sağ gözüne, bir kadın, adı sümbülteber
sol gözünde menevişler ve daha neler

( bu sana bakmaklığım
binbir geceden kalma
bunu yoksul günler için
unutma)

ah kalbim, beter ol, beter ol, beter

Çiğdem Sezer

Hiç yorum yok: