20 Eylül 2011 Salı

Halim Öyle


Abuk sabuk yazılar yazıyor; yazmakla kalmayıp silmiyor, silmemekle kalmayıp bir de yayınlıyorum onları. Yazmanın ardından bir pişmanlıktır gidiyor, bloga giriyor, yazıyı kaldırıyor, rahatlıyorum. Bu bir süreç haline gelebilir. İhtimal dahilinde bu yazı da diğerlerinin yanına yollanabilir. Şu ara en son yapmak istediğim şey yazmak. Gariptir, yazmaya da çok ihtiyacım var bugünlerde. Dünlerde de vardı, yarınlarda da olacak sanıyorum.

Yalnız, yazdığım şeyler artık beni tatmin etmiyor. Çünkü içimi alıp yazının içine koyamıyorum. Bir günüm bir günüme uymuyor'u geçtim, an'ım anımı tutmuyor. Bir yazıya hüzünle başlayıp gülerek bitirebilecek kadar karmaşık durumdayım. Ya da "saçma bir durumdayım" demeliyim. Bir şarkı dinliyorum sözgelimi; aklıma gelmemesi gereken tonlarca şey geliyor, sonra gözlerim doluyor ister istemez, sonrası yok. Gözlerim doluyor, donuyor orada o damla. Her şey içime içime akıyor... Sonra gülerken buluyorum kendimi. Böyleyim. Bugünlerde.

İçinde bulunduğum şeyin pişmanlık olduğunu sanıyorum bazen. Yaptığım bazı şeylerin, yazdığım bazı cümlelerin ağır yükü omzuma biniyor. Hamallık denilen şeyin manevi boyutunda kalıyoruz, karşılığında avcumuza birkaç kuruş pişmanlık düşüyor -yağmurdan sert doludan hallice- . Sonra öyle yapmasaydım, öyle yazmasaydım'lar... Oysa her şey "gemiler gibi" denilmişti, akıp giden bir yerde nereye nasıl tutunabilirsin?

Değişiklik olsun deyip ve birkaç başka nedenden gittim İstanbul'a. Biraz kaldım, biraz gittim, biraz konuştum çokça yoruldum. Güzel insanlarla güzel vakitler geçirdim. Biraz kahve içtik biriyle, biraz konuştuk, biraz yürüdük de yorulduk. O kedileri sevdi, ben seyrettim. Cihangir tarafındaki parkta durduk. Oradaki ahşap evi sevdik. Gemiler geçti yüzümüzden...

Bir başkasıyla günler öncesinden planladığımız üzere Sahaf Festivali'ne gittik. Çokça güldük, baktık, dokunduk, aldık, taşıdık, yorulduk. Eylemler büyüdü, çoğaldı, öyle dolu doluyduk -ellerimizdeki poşetler kadar, poşetin içindeki kitaplar kadar- Ne hikmetse o bol bol Marquez buldu, ben bolca Füruzan. Aramıyorduk işin tuhaf tarafı, en azından ben aramamıştım. Ne çıktıysa kendiliğinden çıktı, ne aldıysam kendiliğinden oldu. Ferit Edgü, Bilge Karasu gibi piyangodan çıkan isimler de oldu. Birkaç kitabı sadece ismine bakarak aldım, ne çok severdim bunu. Sonra biz henüz yarısını dolaşabilmişken ellerimizdekilerin farkına varıp "gidelim hemen"lemeye başladık ve kaçtık. Biri durup bizi izleseydi kaçtığımızı düşünebilirdi, öyle bir tedirginlik vardı üstümüzde, çekiştirmeler vardı, acele adımlar... Bir de oradan kartpostallar aldık. Çok sevdim onları da. Eski ne güzel dedim, dedim.

Neyse işte. Geldim. Oralarda yapamadım. Gidersem belki kalasım geliverir diye düşünmüştüm -ne de olsa eski bir tutkuydu İstanbul bende- ama çektiğim şey koca bir yabancılıktan öte gidemedi. Güzeli sevmeyi istemedim. Şehirlerden güzelini sevmeyi beceremedim.

Ankara'yı özledim. Çok özledim. Çok.

Ankara'nın içindekileri de pek çok.

Yorgun bir günün akşamında giderken tramvayda, bir kadın bilekliğimi sevdi. Yaparmış böyle şeyleri, merakı büyükçeymiş. Kardeşi güldü. Nasıl ki bu dedi, ben Ankara'da yaşıyorum dedi, bulamam seninki gibisini. Güldüm, Ankara'dan bu da dedim. Tam da özlemişken, düşünürken orayı bu oldu. Sonra onlar birkaç durak sonra indiler, gideceklermiş hemen günün gecesinde mi ne, kimbilir. Kıskandım. Çok. Tatlı bir kıskançlıktı bu.

Şimdi buradayım. Dün bahçede yalınayak yürüdüm, biraz oturdum. Sonra çocukken dolaştığımız yerlerde dolaştım bisikletle. Artık kimsenin taştan futbol kaleleri yapmadığını gördüm, dahası top oynayan bile yoktu. Kendi kalelerimizin olduğu yerlere bakıp eski beni, eski onları gördüm bir an. Sadece bir an. O bir an'ı sevdim. Pek çok. Sev -dim.

Böyle işte. Ya da öyle olsun. İşte.

Yeniden merhaba.



*İlki azura, ikincisi sLn -bahsedilenlerin-

*Gemiler gibi - bir Ezginin Günlüğü
şarkısı

*Başlık Çamur'dan





.

7 yorum:

Vladimir dedi ki...

Yazıları kaldırsanız da silip atmayın lütfen kendinize ait bir yerde saklayın.

a. dedi ki...

Taslaklarda bekletiyorum genelde :)

Azura dedi ki...

Kuzum. :)

Adsız dedi ki...

Bir ay içinde yaptıklarımız aynıymış ve ben tam az önce yazdığım bir yazıyı yayınlamadan önce senin yazını okudum ve yayınlamaktan vazgeçtim.
öyle aynı ki!
Sahaf festivali, İstanbul hissi ve Ankara özlemi.
O kadar olur.
Neyse. Ankara çok gri. Çok daha güzel bugün.

a. dedi ki...

Keşke yazsaydın, hatta yayınlamanı isterim. Yalnız olmamak iyi gelir :)

Her şey aynı olsa da benim dönüşüm Ankara'ya olamadı, o özlem yerinde öylece duruyor...

Benim yerime de sev griliğini.

novella / विश्व dedi ki...

medcezir sadece denize özgü değil ki, insanda gelip gider... sen gel ve git... kelimelerinde gelip gitsin, duyguların ve göz yaşların ve hkahkahaların... hepsi sen çünkü hepsi senden...

buraneros dedi ki...

Bu konunun benzeri bir, hatta bir kaç durumda sakın demiştim:)) Ah kızlar diyeceğim bir kez daha ve inatla... sakın!

kendinle, hayatla cebelleşmeye, gelgitlere devam... ama sakın!:))