9 Kasım 2012 Cuma



Sevgili M,

Çatıların üstünü ve karı izlediğimiz o günü düşünüyorum. Huzurun tanımını yinelediğim bir gün olduğunu sana hiç söylememiş olmalıyım. (Sana her şeyin en azını söylemeye çalışmamdandır bu, yoksa bir şey saklamak istediğim son kişi sensin.) Bir yeri yeniden keşfetmek gibi ya da etrafımızdaki her şeyin manasını yeni kavramak gibi bir şeydi hissettiğim. Ya da her şey çok boş geliyordu; o evler, gökyüzü, aşağıdaki minicik insanlar... Bulunduğumuz yer bile, hepsi ayak altından çekilmişti. Ben rüya ile gerçek arasındaki yedi farkı arıyor, bulamıyordum.

Bir şeyleri saklamak -ama kendine- ne kadar zor, bir bilsen. Güzel olduğu kadar zor olan şeylerden biri de bu olmalı. Bir sürü yanlış anlaşılmanın/ algılanmanın üstüne bir cümle söylesem sanki her şey açıklığa kavuşacak ama söyleyemiyorum. İşte bu durum her şeyi  çıkmaza sürüklerken, garip ama bir yandan da mutlu oluyorum. Yine başardım, diyorum, seni kendime saklamayı yine... Muhtemelen sonsuza kadar saklayacak olmanın verdiği hüzünle birlikte, seviniyorum.

Az ile yetinmeye çalışırken, çoğuna sırt çevirirken -düşünmemeye, hayal kurmamaya gayret ederken- düşüme gelmeni de bir türlü anlayamıyorum. Ne yaptın diyorum bilinçaltıma, sonra ne iyi yaptın diyorum, başımı yastığa gömüp gözlerimi kapatıyor, tekrar rüyaya girmek için garip hayallerin içine yumuluyor ve ne olur bir daha göreyim diye dualar mırıldanıyorum. Tekrar uyandığımda gün ortayı geçmiş, oda karanlığa gömülmüş oluyor. Rüyalarımı gözden geçirip gelip gelmediğine bakıyorum. Hatırlamıyorum bazen, kızıyorum kendime. İçine çökmüş karnıma da kızıyorum, o saate kadar aç kalışıma ve sana.









Hiç yorum yok: