13 Kasım 2015 Cuma

Kalış


Otobüse binince önce yolun karşısına bakan tarafa oturdu. Sonra yüreği el vermemiş olmalı ki, kaldırıma bakan boş bir koltuğa geçti, benim olduğum tarafa. Önce gülümseyerek el salladı. İçimde dün akşamdan beri kendini hatırlatan boşlukta bir kıpırdama oldu bununla birlikte. Sonra yüzündeki çizgiler çoğaldı. Otobüsün dibindeydim. Ağlıyordu... İçimdeki boşluk çoğalmaya başladı. Ne yapsam bilemedim. Üzüldüğümü belli ediyor, sonra daha da üzülmesin diye gülümsüyor, o kısacık zaman diliminde şekilden şekle giriyordum. O ağlamaya devam etti. Sonra şoför otobüse bindi ve pencerede gördüğüm yansı yavaşça uzaklaştı yanımdan. Yavaş yavaş, ağır bir çekimde ilerlercesine, büyüdü boşluğum. Gözlerim doldu. Oysa, ağlamam sanıyordum. Çünkü idrak edemem ben böyle zamanlarda anların acımasızlığını.

Annem böylece gitti. Her şeyden öyle habersiz, ne kadar zor bir zamanda yanımda olduğunu bilemeden gitti. İşte böyle. Daha dün bahsetmiştim birine, zamansız yerlerde ağladığımı. Yollarda en çok. İstanbul'un dar kaldırımlarında ağladım bugün de. Her gün önünden geçtiğim esnafların önünden bugün yine geçtim. Biraz daha üzgün, biraz daha yalnız... Yeryüzünde herkes başka birileriyleymiş de bir ben yapayalnızmışım gibi... Yanımdan geçen herkese imrenerek yürüdüm. Hiç kimse yokmuş ve olmayacakmış gibi... Terk edilmiş bir ev gibi yürüdüm.

Ev yakın, beş dakika geçti geçmedi. Bana ne kadar uzun geldiyse yol, o kadar kısa işte... Anahtarı çevirip holü görünce içeri adım atmaya korktum. Dünden beri içimde büyüyen boşluk beni içine çekecekmiş gibi, suyunu görmediğim bir kuyuya düşecekmişim gibi oldu. Yine yalnızsın işte dedim. Kimseler yok ve inatla hâlâ buradasın.








Hiç yorum yok: