23 Kasım 2011 Çarşamba

Ayakkabımın Teki ve Korkuları Başımın

Küçükken annemle kalabalık evlere giderdik. Kapılardan girerdim de içeri -annemin elini uzunca bir süre sıkıca tutmamın, elimin ıslanmasının, parmaklarımın uyuşmasının hemen sonrasında- içimi bir korkudur alırdı. Alırdı, götürürdü. Ayakkabımın tekinin çalınma korkusuydu adı. Annem, yüzüme bakmadan, ayakkabılarını benimkilerin yanına koy, derdi de alırdım onları; onca ayakkabı, terliğin arasına sığdırıverdiklerimi alır yukarı koyardım, bir başkasının değerlisi'nin üstüne.

İçeri girerdik sonra -annem önden yürürdü hep- içerinin de içerisine... Odalar vardı, dolu dolu. Annem belki ikimizin kaplayacağı yeri düşünüp içerisinde o kadar boşluk olan bir odaya yönelirdi. Ben ayakkabılarımı düşünürdüm, teki giderse ne olurum diye, annem tanıdık bir yüz arardı odalarda. Sonra sürüklerdi annem beni, sığardım bir yere, otururdum. Korkardım zamandan, gitsek ya derdim, derdim de içime içime, kimseler duymazdı. Benim gibi annesinin yanına oturmuş küçük kızlar görürdüm, onlar da beni görürlerdi, belki duyalardı da. Nedense kalabalıklarda bütün küçük kızlar birbirlerini hemen görürlerdi. Belki onlar da korkarlardı ayakkabılarının tekinin çalınmasından, bu yüzden belki en eski pabuçlarını geçirirlerdi ayaklarına böyle zamanlarda. Ben yapmazdım. Korksam da yenisini, güzelini giyesim gelirdi.

Susardım sonra. Evin yakın akrabalarından biri olduğunu düşündüğüm bir kız, bir abla, elinde bir sürahiyle içeri girerdi. Tek bir bardaktan herkes su içerdi. O ablaları hiç sevmezdim. O sürahileri de sevmezdim, hiç yetmezdi suyu. Sıra anneme gelmişken araya uzanan elleri de sevmezdim. Ayakkabılarımı çok severdim işte. O ablalar, küçük kızlara su uzatmazlardı. Sanırım o zamanlar çocuklar hiç susamıyorlardı.

...





.

1 yorum:

kadim dedi ki...

Çocuklardık,hiç susamayan...